30 Ocak 2010 Cumartesi

Penceremden 30 Ocak


Sabah penceremdeki görüntü. Ben ünlü şairimiz Khal Thung gibi yazamıyorum. Ama Nazım Hikmet'in bu şiirini durum itibariyle sizlerle paylaşmamak olmazdı.
Shul Tanyu Ayral


YAŞAMAYA DAİR

1

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi meselâ,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani, o derecede, öylesine ki,
meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut, kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak, yani ağır bastığından.

1947

YAŞAMAYA DAİR

2

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.

Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki, hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla beraber yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgârıyla
yani, duvarın arkasındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerde olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

1948

YAŞAMAYA DAİR

3

Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani, bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hattâ bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için...

Şubat 1948

29 Ocak 2010 Cuma

Essen Chronicles 29 Ocak



Bugün 2. tur 5 günlük kemo başlamasına rağmen kendimi daha iyi hissediyorum. İlk gün sevindiriyor sonra "dank" diye vurmuyordur umarım. Evde geçirdiğim zamanda aldığım kiloları vermeye başlayınca damardan beslemeye başladılar. Şu anda ana damardan 5 çeşit (kemo, ilaç, gıda) şey gidiyor. Ne musluk bu abi yaa.
Doğum günümden size bir foto koyuyorum. Odanın tam steril edilmediği zamanda olduğundan giriş çıkış serbestti. Yalçın, pasta ve güzel hemşireleri organize etmiş, Ecmel de akşam gelince kutlama yapmıştık. Kuralları esnetmeyi seven her Türk gibi Yalçın'la Ecmel içeriye viski sokup bir de hemşirelere de teklif ettiler! Daha sonra oda, odadaki her eşya ve beni her tür bakteriya karşı dezenfekte ettiler. Sterilizasyon ve uygulamalar nasıl yapılıyor bunu Alev'e gelince bırakıcam, size yazsın. Kısaca şu prensibi benimsemişler; "burada dışardan bir mikrop ve bakteri kapmana imkan yok, haaa olursa o senin içindeki rezil mikroplardan olur, onun da çaresine bakarız."

İkinci resim ise daha sonra çekildi, her şeye rağmen gülümsemeye devamm.... anasını satiimm.

26 Ocak 2010 Salı

Essen Chronicles 26 Ocak

Geçtiğimiz haftasonu 2 gün süren kemik iliğini öldürücü kemoyu yedim. İlk gün iyiydim, şimdiyse biraz kösüldüm kaldım. (ne demekse kösüldüm, aklıma bu geldi birden!) Önümüzdeki cuma günü tekrar 5 günlük " conditioning" dedikleri kemo faslı var. Bitince 1 gün ara, haftaya perşembe günü de ağbim Yalçın'ın alacakları kök hücreleri verip transplantasyon gerçekleşecek. Kritik dönem ondan sonraki 2-4 hafta olduğunu belirtiyorlar.
Gene yazacağım.....

23 Ocak 2010 Cumartesi

Essen Chronicles 23 Ocak

Bugün benim doğumgünüm. Ancak bu tarihi eskisi olarak kabul edip, ilik naklinden sonra “bu iş tamam” dediğimiz tarihi yeni doğum günüm olarak kabul edeceğiz. Soranlara 0 (sıfır) yaşımdayım 1’imden gün alıyorum diyeceğim, çok kıyak olacak.

Doğumgünüm olduğunu kayıtlardan öğrenen hemşire Suzan sabahın erken saatlerinde gelip heyecanla sarılıp tebrik etti. Hamileymiş kendisi de bu arada.

Transplantasyon merkezindeki odama yerleştim. Bulunduğum katta 10 adet steril edilmiş oda var. Kata girerken kadın ve erkekler ayrı soyunma odalarından geçerek üstlerine steril önlük, maske ve galoş giyerek girebiliyor. Oda, giriş bölümü ve ana oda olarak iki bölümden oluşuyor. Oda’ya doktor ve hemşireler de giriş bölümünde maske, bone ve eldiven takarak giriyorlar. Hasta için kullanılacak steril malzemeler bu bölümde. Hastanın tüm eşyalarını steril ederek bu buradaki dolaplara koyuyorlar. Odanın pencereleri önce kapalı bir balkona ve oradan dışarıyı görüyor. Kapalı balkonun girişi tamamen binanın ayrı bir yerinden odaya giremeyen ziyaretçiler için yapılmış. Arada üç kat açılmayan pencereden telefon ile irtibat kuruyorsun. Bu sabah penceremin önündeki ağaçta bir kuş yuvası farkettim. Üzerinde de tombul bir kuş. Modern bir Alkatraz Kuşçusu film sahnesi gibi değil mi?

Dün stresli bir gündü. Daha önce de yazdığım gibi boyundan takılacak kateterden ürküyordum. Nerem zayıfsa hissediyorum galiba. Korktuğum başıma geldi. Sol taraftaki atar damardan girmeye çalıştılar, damar inceymiş olmadı. İkinci defa omuzumun altından bir damardan girmeye çalıştılar. Anatomik bozukluk çıktı. Oradaki damar kalp yerine boyuna gidiyormuş, beyin için tehlikeli olur diye onu da kapadılar. Nihayet sağ tarafımdaki atar damardan üçüncü sefer başardılar. Lokal aneztesi kullanıyorlar ama damarın içine sokulan boruyu kırt kırt hissediyorsun. Anlayacağınız üç kez anjiyo yapılmış gibi oldu. İlk işleme başlayan Çek asıllı doktor birincisinde başarılı olamayınca daha tecrübeli ve yaşca büyük bir doktoru çağırdı. İşi o bitirdi. Ama becerememenin verdiği utançla tüm operasyon boyunca elimi tuttu ve özür diledi. Ne şeker di mi! Sonra da bana “ çok cesursun” dedi. Ben olmayayım da kim olsun? Lösemi olduğunu öğrendiği ve kemoterapi almaya başladığı hafta evlenenen kaç kadın vardır? (Çek doktor bunu daha bilmiyo tabi!!)

İşi başarıyla bitiren Alman doktor ise son aşamada aleti derime monte ederken zorlandı ve derimin çok kalın olduğunu söyledi. Ben aslında çok “soft” bir insanımdır dedim. O da bana “Your nucleus is soft” dedi. Günün anlam ve yorumu; İçimin çekirdeği bu kadar “ soft” ken 48 yıldır ne olmuş ola ki derim bu kadar kalınlaşmış acep, unuttum gittiiii.

Bütün tedavilerimi ucundan üç bacak sarkan bu “central line” dedikleri kateterden yapıyorlar. Ben bu detayları yazıyorum, içiniz kalkmıyordur umarım. Maksadım hem kendim için bazı anektodları unutmamak ve hem de Ecmel’in dediği gibi tüm bu sıkıntıların aslında bir işkence değil yaşamımı geri kazanmak için tedavi metodları olduğu hatırlamak ve hatırlatmak.

İlik kemiğimi yok edici kemoya bugün başladılar. Sistem ve medikal takip acayip. (medikal meraklı olanlara arada ek bilgiler geçeceğim) Kemonun verebileceği zararları belli ki araştırmalar sonucu ber taraf eden tüm önlemleri alıyorlar. Devamlı kan tahlili yaparak, kalp, akciğer ve böbreklere zarar gelmesin diye ilaçlarla takviye ediyorlar. Her şey önceden belli protokollerle oluşturulmuş. Nerde, ne zaman, ne yapacaklarını biliyorlar. Ekibin hepsi duruma hakim. Bu da tabi çok güven duygusu veriyor. Hasta için, hele benim gibi sorgulayıcı/iletişimci tipler ideal bir durum yani. (bknz Yaprak hn).

Yaprak deyince, bölgeler toplantısı super geçmiş haberleri aldım. Emeği geçen herkese çok teşekkür ederim. Az da olsa görüntülerden bir demet bekliyoruumm. (Yaprak’cım, tesadüften çok öte olduğuna inandığım aynı olan doğumgünümüzü buradan bir kez daha kutluyorum)

Yaşasınnn, bu akşam Ecom geliyorrrrr.

22 Ocak 2010 Cuma

Essen Chronicles 22. Ocak

“Ganz locker zum Höhepunkt”

Bugünkü Almanca dersimizin başlığı. Almanca bilmeyenler, bilenlere sorsunlar. Bu yazıyı dün akciğer fonksiyonlarımın ölçüldüğü klinikte doktoru beklerken bulduğumuz bir mecmuanın “sex” sayfasından aldık. İlgilenenlere sayfayı da yollayabilirim. Mecmuanın 41.sayfası artık yerinde değil çünkü.....

Dünkü maratonumuz sayısını hatırlamadığım tomografi, kemik ölçümü ve ışın tedavisi için vücudunun kalıbını çıkartan işlemlerle geçti. Günün sonunda doktorumuzla buluştuğumuzda biyopsi ve kan tahlillerinin sonucuna göre bir ön plan yaptığını ve bugün hastaneye yatmam gerektiğini söyledi. Kemik iliğim 3 kemoterapiye rağmen kanserli hücre üretmeye devam ediyormuş. Benim gibi munis ve sakin bir kişiliğin içinde agresif bir canavarın olması da tuhafıma gidiyor.

Plana göre iki gün “melfalan” diye bir ilaçla kemik iliğimi tamamen yok edecekler. Bir hafta kadar bekleyip 5 günlük kemo tedavisi yapacaklar. Bunun içine ışın tedavisini de garnitür olarak koyabilirlermiş. Bu arada Yalçın’a kök hücreleri artsın diye iğneler yapılacak. 5. Günün sonrasında Yalçın’dan alınan kök hücreler bana damar yoluyla nakil edilecek. Asıl ondan sonra önemli dönem başlıyor. Yalçın’ın kök hücrelerinin benim kemik iliğimi oluşturması ve kanserli hücreleri de yenmesi bekleniyor. Dolayısıyla benim kemik iliğimin yeni hücrelere reaksiyon vermesi isteniyor. Eğer bu reaksiyon olmazsa, ilaçlarla bu reaksiyonu yaratıyorlar. Bunun da yan etkileri var. Bunları hiç anlatmim, insan duyunca tabanları yağlayıp kaçası geliyor. Bunca insan bu işten sıyırabildiğine göre ben haydi haydi sıyırırım diye düşünüyorum.

Bütün bu süreci transplantasyon merkezinde izole bir odada geçirerek yaşayacağım. Odama gitmeden önce son KBB kontrolleri için sıramızı beklerken bu yazıyı yazıyorum. Sonra odaya gideceğim ve beni hazırlayacaklar. En çok boyun damarımdan takacakları katater için huysuzlanıyorum. Doktorla pazarllık ettim, bana ne müdahele ederseniz, uyutun en azından sersemleterek yapın dedim. Her adımda beni iyi veya kötü bilgilendirmeye de söz verdi. Bi komiğimize giden şey de, doktorumun adı Prof. Ahmet Elmaağaçlı. Almanlar beceremeyip Dr. Elmaçli diyorlar. Bizim de dilimiz böyle alıştı, Elmaçli diye dolanıyoruz.

Not: Burada ismi Tanya olan güzel hemşireler var!

Devamı var.....

19 Ocak 2010 Salı

Essen Chronicles 19 Ocak

Universitatsklinikum Essen, tedavi olacağım bir Universite hastahanesi. Şehir içinde çok büyük bir kampus. Her medikal dalın ayrı binası var. Benim kalacağım yerin adı Knochenmarktransplantation (kemik iliği transplantasyon) merkezi. Nasıl ama Almancamı medikal terimlerle ilerletiyorum!!!
Bu hafta bana yapılan tüm testleri aslında hastaneye yatırarak yapıyorlar. Ama benim iyice halim ve kaldığımız evin yakın olması nedeniyle ayakta teşhis ve tedavi, Almancası AmBULant, olarak yapılıyor. Ben Neyi BUL'urum burada bilemem ancak Yalçın'ın beni klinik koridorlarında beklerken bir şeyler bulacağı kesin. Bari ikimiz için de gayret etsin diyorum. Zaten ağbimin donör olmasından ötürü ilik naklinden sonra hücrelerim "erkek" hücresi olacağından ne yapacağım belli olmaz!!!??
Bugün tahliller için tam 26 tüp kan verdim. Her tüpün yaklaşık 10ml olduğunu düşünürsek çeyrek litre kanım Almanya topraklarına aktı, gitti. Daha sonra EKG, Ekolu kalp şeyi ve kemik iliği biyopsisi oldum. Bu biopsi sonucu çok önemli. 3 seans kemo'dan sonra kemik iliğinin ne ürettiğini anlayıp buna göre ilik naklinden önceki kemo ve ışın tedavisinin planı ortaya çıkacak. Perşembe günü ise tomografiler var. Doktorumuz cuma'ya tedavi planını çıkarmış oluruz diyor. Haftaya ise transplantasyon merkezine kesin yatışım olacak ama hangi gün daha belli değil.

16 Ocak 2010 Cumartesi

Essen Chronicles

Dün akşam Yalçın'ın çocuklar Aylin & Derya geldiler. Anette'nin Düseldorf'ta mesleki kadınlar toplantısı varmış. Pazar günü o da gelecek ve birlikte dönecekler. Bugün hava güneşli ve biraz hava yumuşadı. Güzel bir kahvaltıdan sonra ben blog'u güncellerken, Derya da Aylin'e fizik dersi çalıştırıyor. Birazdan dışarıya çıkacağız. Halimin yettiği kadar yürüyebiliyorum.

Pazartesi günü sabah saat 9:00 da hastaneye gidiyoruz. Önce biyopsi yapacaklar ve bazı tetkikler. Bu testlerin sonuçlarındı aldıktan sonra doktor kesin bir plan söyleyecek. Benim tahminin haftanın ikinci yarısı transplantasyon istasyonuna yatabilirim. Doktor sonuçlar ne çıkarsa çıksın biz bu process'e başlayacağız dedi. Öncesindeki kemo, dozu falan biyopsi sonuçlarına göre karar verilecek.

Çıktık bir yola, kervan düzülecek bu yolda!

13 Ocak 2010 Çarşamba

Essen Chronicles

10 Ocak 2010

Bavullar toplanmış, herkes hazır. Annem kovayla, Aşkım sürahi ile arkamızdan su dökmeye hazır bekliyorlar. Annem, Alev, Bertan, Alp hepimiz mafya minibüsümüze bindik. Yoldan geçerken Ecmel’i Kemerburgaz kavşağından alacağız. Evden ayrılırken içimde bir burukluk olacağını sanırken onun yerine sanki güzel bir tatile çıkıyormuşum gibi bir heyecan var. İyi bir şeye gidiyorum ve daha iyi döneceğim hissi çok garanti içimde. Ecmel’i aldık kavşaktan. Yolcu etmeye gelmiş Emre. Yeni sakallı halini ben beğendim doğrusu. Daha çok Ruslara benzemiş. Güle güle derken yüzündeki ifadeyi unutmayacağım; moral vereyim derken endişesini saklayamayan yüz çizgileri birbirine karışmış bir bakış, biraz da sulanmak üzere olan gözlerini kaçırırcasına.

Havaalanına geldik. Benim İK ekibinin orada olacağını ve bir sürpriz yapacaklarını Anıl’ın tüm guruba attığı ve o mesajın bana da düşeceğini unuttuğu mail’den öğrenmiştim. Merakla bekliyorum ne yapacaklar diye. İçeri girdik, beni arıyorlar nerede olduğumuzu kestirmek için. Check-in’e doğru giderken ekip koşarak geldi ve check-in desklerinin karşısına sırayla dizilerek hepsi arkasını döndü. Her harfi ayrı t-shirtleri bastırdıkları yetmiyormuş gibi ön tarafına da çeşitli zamanlarda çekilmiş fotoğraflar bastırmışlar. Manzara şahaneydi. Havaalanı çalışanları diğer yolcular herkes bize bakıyor. Ben tüm ekip arkadaşlarımı tek tek kucaklayarak sarılmak öpmek istedim ama yasaklıyım. Annem ve Alev bir sütunun önünde durmuş ağlıyorlar. Bertan resim çekiyor. Alp’e, Ecmel’e sarıldım. Bu kadar çok sevginin ortasında kalınca insan ne yapacağını bilemiyor. Ben de yasaklı olmadığım en çok sevdiklerime sarılarak karşımda bir ordu gibi duran ekibime sevgimi ifade etmeye çalıştım. Daha sonra check-in yapan görevli “iyiki geldiniz, canımız sıkılıyordu, sayenizde bir hareket oldu burada” dedi.

Vedalaştık ve geçtik pasaport kontrolünden. Düseldorf havaalaında bizi Yalçın ve kiraladığımız evin işletmeci şirketinin ortağı Besim karşıladı. Lübnanlı, esasında Bassim diye söyleniyor, pek de iyi niyetli. Arabasıyla bizi evimize bıraktı. Biz de aldığımız lokumları eline tutuşturduk. Ecmel iki kutuyu da verince, tüh gitti benim lokumlarım da dedim. İştahım açıldı ya....

Her yer kar, caddeler buzlu. Soğuk bir Essen’deyiz. Evimiz Zweigert St da çok merkezi ve sempatik bir ev. Eşyalar genelde İKEA’dan alınmış. Yalçın benim için özel aldığı yıkadığı ve dezenfekte ettiği çarşafları yaymış. Ev bizim ölçülerimize göre uygun temizlikte. Ancak Alev gelse yalar yutar evi. Zaten gelince yapabileceklerini şimdiden tahmin ediyorum. Ben de eskiden olsa yapardım ama halim yok ne mutlu. Bir kere Yalçın’ların mutfak dolaplarındaki sıçrayan yağ noktalarını cifle kazımıştım, itiraf ediyorum.

Akşam yemeği için dışarı çıktık. Adını hatırlamadığım bir yere yürüyerek gittik. Dönüşte Yalçın’ın buzda ayağı kaydı ve döt üstü düştü, çömleği patlattı. Kuyruk sokumuna yediği acıdan midesi bulandı, tansiyonu çıktı. Biraz dinlenip kendini iyi hissedince yürüyerek döndük. Donörüm az kaldı elimizden kayıp gidiyordu. Ertesi gün Dr Ahmet, sen çok kıymetlisin dikkat et diye takıldı. Kendisine mi yoksa dötüne mi söyledi anlamadım!!!???

11 Ocak 2010

Sabah 9.30 Dr’umuzla randevumuz var. Hava muhalefeti dolayısıyla her Türk gibi randevumuza gecikmeli geldik. Hastahanenin durumuna göre programın belli olacağı ve öncesinde yapılacak testler için hafta içinde haber vereceğini söyledi. Meğer bana hemşire yurdunda bir oda rezerve etmiş, hastaneye yatana kadar kalabiliyim diye. Bizim evde kaldığımızı öğrenince , o zaman testlere evden gidip gelerek yapmaya karar verdik. Hemşire yurdundaki oda fantazisini Ecmel ve Yalçın geliştirmeyi ihmal etmediler tabi.

Eh madem bekliyoruz, işin keyfini çıkaralım bari. Alev bir yanda Istanbul’da konsolosluktan gelecek haberi bekliyor, biz de burada doktordan...

Öğleden sonra Ecmel ile Yalçın bizim Teknosa ayarı Saturn’e printer almaya gittiler. Bir de akşam Yalçın’ın Almanyadaki en önemli misyonu olan, tuvaletelere taharat musluğu takma operasyonunu unutmayalım. Artık dötlerimiz mis gibi olacaaaak...

Akşam yemeğimizi gene yakınlarda bir Italyan Trüffel de yedik. Vücudumun içten içe protein diye yalvarmalarını kocaman et parçaları ile tatmin etmeye çalışıyorum. Ben kan vampiri değil, et vampiri oldum.

12 Ocak 2010

Tatiliz ya, sabah 11:00 de uyandık. Bol malzemeli bir kahvaltı ve sonrasında hazmetmek için kahve içmeye Alfred’e gittik. Evin hemen yakınında Benetton’un outlet mağazası var. İlk keşif için fena değil. Hanımlara yönelik daha çok malzeme var. Sezon eskisi mallar ama günlük alınabilecek şeyler var.

Ecmel’i yolcu ettik. Bu işin en zor tarafı bu işte....

Akşam yatana kadar yeni Mac’im ve ING ekibimin bana aldığı walkman’e müzikleri ayıklayıp, yükleyip hastahane günlerine teknolojik olarak hazırlanmakla geçti.

13 Ocak 2010

Doktorumuzdan halen ses seda yok. Yalçın arayıp ” gözünüz aydın, kardeşimin kocası gitti, hemşire odasını hazırladınız m ” diyecek ama.... Öğleden sonra Alev’in konsolosluktan aranmadığını söylemek bahanesiyle aradık. Konsolosluğu arayacağını ve kendisinden haber beklememizi tekrar etti. Bu arada evimize Digitürk bağlandı.

Evi kiralayan şirketin sahibi Murat’dan hiç bahsetmedim değil mi! Yan kapı komşumuz. Yardımsever, konuşkan ve ilgili. Türkiye’yi yakından takip ediyor ve izliyor. Anlatacak çok şeyi var. Mersinliymiş. Bugün Digitürk’ü bağlamayan gelen Türk çocuk aynı benim gibi iki yıl önce Bursaspor teknik direktörü N. Bilgiç’in de burada tedavi olduğunu ve kiraladığı eve Digitürk taktığını anlattı. Adam hastaneden çıkar çıkmaz kebapçı adresleri almış. Buradaki Türk’lerden al bütün dedikoduları gibi bir durumdayız.



Şule'mizi yakından takip etmek isteyenlere...

Şule'mizin Essen'deki tedavi sürecini yakından takip etmek isteyenlere kolaylık sağlamak amacı ile bu blogu oluşturdum. Bu konuda çok amatör olduğumu zaman içinde sizlerde anlayacaksınız. Fakat, bu iletişim çağında bundan daha güzel bir yol olmadığını bildiğim için Şulemin sevenlerini, arkadaşlarını , ondan haberdar edebilmek adına bu işi kotarmaya çalışacağım. Essen de bulunduğumuz süre zarfında , Şule "artık ben yazabilirim" diyene kadar
yaşadıklarımızı size aktarmaya çalışacağım. En kısa zamanda klavyeyi Şule'ye teslim edebilmem için dualarınızı bizden eksik etmeyin. Hepinizi çok seviyoruz.....
Alev Balta

Bugün 13 Ocak 2010. Ben henüz Essen e gitmedim. Nakil esnasında Şule' nin yanında Ecmel kalacak. Onun dönmesine yakın bir tarihde ben gideceğim. Gelişmeleri skype üzerinden konuşarak öğreniyoruz. Şule henüz hastaneye yatmadı. Erkek kardeşimiz Yalçın ile beraber evde kalıyorlar. Doktorumuzdan haber bekliyorlar. Bazı tetkikleri hastaneye yatmadan evden
gidip gelerek yapılacak. Ondan sonraki takvim henüz belirlenmedi.
Gelişmeleri sizlere anlatmak üzere......

Şule' yi 10 Ocak 2010 Pazar günü Essen'e uğurladık...


10 Ocak 2010 Pazar