28 Nisan 2010 Çarşamba

28 Nisan


Sevgili Ailem ve Dostlarım,

Artık alışverişe de çıkıyorum. Dün Yalçın’la birlikte kendimize yürüyüş için spor ayakkabısı bakmaya gittik. Tesadüf bu ya, ikimiz de aynı modeli beğendik. Yalçın erkek versiyonunu fosforlu yeşili ben de kadın modelinin fosforlu çingene pembesini aldım. Resimlerde gördüğünüz yeni spor ayakkabılarımızdır. Bu kök hücre transplantasyonunda zevkler ve beğeniler de mi geçiyor ne? Ayakkabı da bunu gördük bakalım ilerde başımıza daha neler gelecek!

Bugün Doktorum Ahmet Elmaçlı ile randevumuz vardı. Kan testleri gayet normal, sonuçlardan doktorumuz memnun. Biliyorsunuz Yalçın’la iliklerimiz tam bir uyum içersinde olduğundan istenilen tam reaksiyonu göremedik. Bunun için tedbir amacıyla bir uygulamaları olacak. Öncelikle bugün yapılan kan tahlilinde tekrar hücrelerde mutasyon olup olmadığına bakılacak. Her şey normalse Yalçın’dan bu sefer yalnızca beyaz hücreleri alınarak bana zaman içersinde azar azar verilecek. Bu benim hücrelerimin tamamını yok edip, 100% Yalçın olabilmem ve muhtemel oluşabilecek lösemi hücreleri ile savaşmayı yeni hücrelere unutturmamak için yapılan bir yöntem. Bu işlemin yapılıp yapılmayacağı 10 Mayıs’daki randevumuzda kesinleşecek. Ondan sonrakiler de 3 haftalık kontroller sırasında yapılacak. Doktorumuzun deyimiyle; mevcut temiz durumu koruma amaçlı yapılan bir işlem.

Istanbul’a gelişimizi de 10 mayıs daki duruma göre belirleyeceğiz. Bu ay sonu itibariyle Essen’ deki evin kontratı bittiğinden mayıs ayını Münih’de Yalçın’larda geçirmeye karar verdik. Haftaya pazartesi bir aksilik olmazsa doktor kontrolünden sonra Münih’e gitmeyi planlıyoruz.

Alev ablanız sizlerden gelen iltifatlardan dolayı çok mutlu. Artık ben iyiyim diye blog’a da yazmıyor ama gelen yorumları her sabah kalktığımızda heyecanla kimler neler yazmış diye takip ediyor. Sevgili eşi, bir tane eniştemiz Bertan da burada yanımızda. Keyiflerimiz gıcırında. Hele öyle bir gıcırındaki her akşam Yalçın’la birlikte cin tonikleri devirip neşe buluyorlar ve birbirlerine bazı itiraflarda bulunuyorlar. Alev örneğin Yalçın’ı küçükken çok dövdüğünü bunun sebebinin de yalnızca kıskançlık olduğunu itiraf etti. Hem kendisinden sonra erkek çocuk olması hem de erkek çocuğun daha çok kayırıldığını hissetmesindenmiş. Beni hiç kıskanmamış. Aramızda ne de olsa 8 yaş fark var. Ben doğduğumda ismimi vermesinden bana daha o zamanlar sahipleneceği belliymiş. Ben tam Alev’in hışmına uğramamışım, yırttık derken, bu sefer Yalçın beni çok kıskandığını itiraf ettmezmi! İlkokulda babamızı kaybettikten bir sene sonra ben Istanbul’a yatılı okula gittiğimden haftasonları eve geldiğimde hep iltimaslı durumlardaydım ve haftaiçi ben yokken bile devamli evde ben konuşulurmuşum. Yalçın da buna sinir olurmuş. Düşündüm ki, aramızdaki gerçek sevgi ve bağ o kadar güçlü ki, küçüklükte yaşanılan bu hisleri çoktan aşıp bir kenara koyup, kenetlenmişiz. Sevgili Annemi’ze, bize sahici sevgiyi öğreten Filiz’imize buradan da öpücükler. (Annem de artık netbook’lu ve skype ‘cı oldu, blog’u da takip ediyor)

Bugünkü yazımı tatsız bir haberle bitireceğim ama bunun tek amacı hepimizin kulağına bazı şeyler küpe olsun hiç unutmayalım diye. Istanbulda rahatsızlanıp, Amerikan hastahanesine yattığım zamanlarda doktorum Burhan Ferhanoğlu’nun da hastası olan ve benimle benzer sürelerde hastahanede kalan ve benim arkamdan ilik nakli için Essen’e gelen Azeri Orhan’ın bugün vefat ettiğini öğrendik. İki hafta önce annesinle konuşmuş ve durumunun iyi olmadığını biliyordum. Ahmet bey, hastanın durumunun çok farklı ve zor olduğunu, baştan beri ilik naklini yapmayı önermediklerini ancak yaşı çok genç olduğundan (20 yaşında) bu son şansı ailesinin kullanmak istediğini söyledi. Bu hastalığın da iyisi ve kötüsü var. Allahıma bin şükür bana iyisini ve tedavi edilebiliri verdi. Unutmayalım ve unutturmayalım diye yazdım, başta çocuklarımızın sağlığı olsun, geri kalan her şey yaşamın ayrıntıları. Tanıdığımız, bildiğimiz, sevdiğimiz hiçkimse böyle acı yaşamasın. Ben tüm çocuklarımızın adına bunu yaşamış ve sıramızı savmış olayım.

Herkesi çok özlediiimmm.

Kucaklıyorum hepinizi

Şule

25 Nisan 2010 Pazar

25 Nisan




Merhaba Dostlar,

Hareketli geçen günler içersinde bir de baktım 3 gündür bloga bir şey yazmamışım. Neler oldu bir hatırlayayım bakiim. Cuma sabahı hastahaneye kontrol günüme Şifa ile birlikte gittik. Kan tahlilleri, muayene falan her şey yolunda gözüküyor. Doktorum Ahmet bey bazı tedbirleri almak anlamında bundan sonraki kontrolerimde bazı işlemler düşünüyor. Onu da haftaya kesinleştireceğiz. Dr Ahmet’cim Şifa’yı görünce tabi yamuldu. Odasından çıkarken “ hep böyle arkadaşlarınla birlikte bekliyorum” tarzında bir söz etti. Kısaca kocan ve ağbini artık almayalım mesajı da olabilir bunun altında!!

Şifa’yı daha sonra hastahanede yattığım transplantasyon merkezine götürdüm. Orada benimle ilgilenen iki doktorla tanıştırdım. Beni iyi durumda görmekten çok mutlu oldular. İşin en önemli kısmını sen başardın dediler. İkisi de çok genç tatlı kadın doktorlar ve beni her durumda çok rahatlatıyorlardı. Şifa’da doktorları ve hastaneyi görünce gerçekten buranın doğru bir seçim olduğu ortada dedi.

Şifa ile ikimizin de ortak bir gözlemi var; Almanların genç nesli çok daha humanist, güleryüzlü, esprili ve yardımsever. Eski bildiğimiz savaş sonrası kuşağın sert ve dik halleri (kendi aramızda kullandığımız tanım “domuzlukları”) genç kuşakta yok.

Eve geldikten sonra Şifa gitmek için hazırlanmaya başladı. Alev’lerin geldiği uçakla o da dönüyordu. Alev geldiğinde buzdolabını fare düşse başını yarar şeklinde bulmaması için (bu deyimi de ilk USA daki canım arkadaşım Alev’den öğrenmişimdir) birlikte kek pişirdik. Şifa son cigarasını da aşağımızdaki Cafe Del Mare de tüttürdükten sonra yola çıktı. Her zamanki gibi vukuatını yaptı. İphone’nu takside düşürdü, ama şöföre rica etmiş akşam taksi şöförü telefonu bize bıraktı. Şifa’nın ikinci numarasından ararsanız Almanyada ben çıkıyorum, haberiniz olsun.

Alev, Bertan ve Yalçın aynı akşam geldiler. Alev gelir gelmez duruma el koydu tabi. Ben de onun gelişiyle bir gevşedim sanki, Cumartesi hiç yerimden kalkmak istemedim. Biz Alev’e mahçup olmayalım diye kek pişirmiştik ama Alev bizi hemen solladı tabi. Cumartesi akşam yemeği İskender kebap (kendi yaptığı) ve bizim Akatlar mahallesindeki enginarcıdan alınarak, vakumlu torbaların içinde bavulda Almanya’ya gizli sokulan baklalı enginar vardı. Pes ettik ve mutfağı kendisine devir ettik. Kebabın resmi ektedir.

Bugün ailecek Gruga Park turumuzu yaptık. Tabiat çok güzel oldu. Her yer çiçek, çiçek. Bloga bir de Şifa ile şehrin en merkezinde rast geldiğimiz pembe çiçekli ağacın resmini koyuyorum. Gördüğüm en büyüğüydü bu ağaç. Parka bir daha gittiğimizde ağacın adını öğreneceğim, belki Istanbulda evimizin bahçesine dikeriz.

Kucaklıyorum herkesiii..

Pele Şule (volcano godess)

22 Nisan 2010 Perşembe

22 Nisan



Balayımız bugün maalesef bitti. Ecmel bugün Istanbul'a uçtu. Yalçın, Alev ve Bertan yarın gelebiliyorlar. Almanya' da mahsur kalan volkanzade arkadaşım Şifa'cım dün bize geldi. Yalnız kalmayayım diye gidişini bir gün erteleyerek bana can yoldaşlığı yapıyor. Dün gece birlikte yemek yediğimiz restorandan bir resim. Resmi çeken ise Şifa'nın hangi aralık ahbap olduğunu bilemediğimiz Azeri garson Celal. Bizi görünce öyle heyecanlandıki, evine bile davet etmeye kalktı. Eşi Türk'müş. Telefonlar alındı verildi. Taksi şöförümüzden sonra karnımızı da doyuracak bir Azeri kardeşimiz daha oldu. Şifa zaten bize elinde bir Azeri bayrakla geldi. Guya Naz'ın yarışmasında Türk bayrağı bulamadıklarından Azeri bayrağı sallamışlar!
Şifa zaten enternasyonel muhtar! Adım başı birileriyle ahbap olup yetmiş iki millet ve memlekette irtibatlarını oluşturuyor. Bir gün hangi memlekete yolumuz düşerse sayesinde kalacak bir kapımız var anladım ben bunu.

Bugün Ecmel'i yolcu ettikten sonra kızlar çarşıya çıktık. Önce karnımızı doyurduk. Şifa benim sürekli et yememe hayretler içersinde bakıyor. Arayı kapatıyorum napim! Daha sonra Essen'in merkezindeki alışveriş caddesinde biraz dolandık. Kendimize H&M den seksi iç çamaşırları aldık. Şu ahir ömrümüzde giymemiş olmayalım diye en uçukları seçmeye çalıştık. İsteyene dönüşümüzde gösteririz!

Öpüyorummmm.
Şule

20 Nisan 2010 Salı

20 Nisan





Eveeet size balayı günlerimizden bir ses vereyim istedim. Bazılarınızın şüphelendiği üzerine, itiraf edeyim, volkan patlamasından ben sorumluyum. Ecmel’in geleceği hafta Yalçın iş için Istanbul’a gitmeyi planlayınca ben de bu fırsatdır diyerek Alev’in mecburen yapması gereken Almanya’ya giriş çıkışı Yalçın’la beraber yapması için ısrar ettim. Ay sonu programlar çok karışık olur hazır birlikte gidin dedim. Onlar geçen hafta cumartesi geri dönmek üzere güle oynaya Istanbul’a gittiler. Ben de hemen arkalarından yanardağ faaliyetini harekete geçirdim. Özellikle lav değil kül bulutu yaratması için Tanrı’ya yalvardım. Hatta bazı basın yayında çıkan yazılara göre kapatılan hava sahalarının AB’nin gizli Nato harekatı planının bir parçası olduğunu iddia ediyorlar. Ama yanılıyorlar. Geçen hafta volkan patlamadan once İngiltere hava sahasında görülen ve iki askeri İngiliz uçağının kovaladığı UFO’cularla işbirliği içindeyim. O volkan nasıl patladı sanıyorsunuz???

Sonuçta emelime ulaştım. Kocam burada mahsur kaldı. Bu nikah sonrası bir ilk deneme oldu, çünkü birlikte olduğumuzdan beri ilk defa bu kadar uzun bir süre başbaşa kalıyoruz. Bunu keyifle atlattık mı tamam, evlilik tescillendi demektir.

Yürüyüşlere devam. Ecmel de benim sayemde yürüyüşe alışacak galiba. Geçen gün Gruga Park’a gittik. Tabiat çok daha hareketlenmiş. Manolya ağaçları açmış. Size parktan resimler iletiyorum. Çok güzel güneşli bir gündü. Park içinde dolaşırken yeşil çimenlerin üzerinde güneşlenen bikinili hatunlar bile vardı. Güneş tepemizde çok ısıtmaya başlayınca, Ecmel beni apar topar eve doğru sürükledi. Uzunca bir süre güneş görmemem gerekiyor. Yoksa ciltte geçmeyen lekeler olabiliyormuş. Bu yaz sokağa çıkarken 60 faktörleri sürünüp dışarı çıkabileceğim herhalde.

Dün çok güzel bir sürpriz oldu. Can arkadaşımız Emre’nin kızı İris, Essen’e yakın Hollanda’da bir at çiftliğinde antreman yapıyordu. Onlar da uçaklar nedeniyle dönemeyince öğleden sonra bize ziyarete geldi. Birlikte güzel bir akşam yemeği yedik ve o sonra döndü. Ecmel’in ilk o kundaktayken havaalanında karşıladığı bıcırık şimdi çok güzel , akıllı bir genç kız oldu ve arkadaşlık ediyoruz.

Almanyada mahsur kalan arkadaşlarımıza, dostlarımıza kapımız açık. Şifa yarın tekrar bize geliyor. Duyuyoruz ki Istanbul Almanya arası taksiler 15.000 ytl’ye gidiyormuş. Hatta dolmuş yapan da varmış. Biz en iyisi uçakları bekleyelim!

Bugün tekrar doktor kontrolümüz vardı. Her şey yolunda. İlacı tamamen kaldırdı. İki haftaya kadar reaksiyon olabilir veya olmayabilir de diyor. Ay başında tekrar detaylı mutasyon var mı yok mu test yapıp ona göre ileriyi planlayacak. Istanbul’a döndükten sonra 3-4 haftada bir Essen’e kontrollere gelmem gerekecek.

Herkesi kucaklıyorum.

Şule

18 Nisan 2010 Pazar

18 NİSAN

Merhaba sevgili dostlar,


Bugün bizim Essen' de olmamız lazımdı. Şule'den üç günlük izin almıştık....
Fakat bildiğiniz gibi Kuzey Avrupa hava sahası kapalı olduğu için yerimizden kıpırdayamıyoruz. Bu durumdan Şule çok memnun tabiki. Ecmel'i yanıbaşında.
O da hiç bir yere kıpırdayamıyor.


Az önce Roma ve Barselona seferlerinin açıldığını öğrendik. Yalçın hemen internet araştırmalarına başladı. Oralardan Essen'e nasıl gideriz diye. Tren ile gidebiliyoruz tabiki ama 18 saatte falan. Hele birtanesinde 8 kere aktarma var!!!!!! Vallahi bunu bile göze alabilirdik ama uçaklarda yer yok....Biz yine kendi uçağımızı bekleyeceğiz mecburen. Seferler baslar baslamaz çantayı kapıp havaalanına gideceğiz.


Hiç bu olaylar olmasaydı, hersey normalinde aksaydı , Bertan ( eşim) pazartesi günü Paris'e uçacaktı. Bende Essen'den oraya uçup dört günlük bir tatil yapacaktık. Sonrada beraberce Essen'e dönecektik. Hepsi hayal oldu..... Bakalım, Bertan oraya geldiğinde başka bir program yaparız inşallah. Programın her detayını planlamıştık ama yanardağın patlayacağını planlayamadık.....O konuyu atlamışız!!!!!!!!! EEEE tecrübemiz bu kadarmış!!!!!!!!!!!


İşte sevgli dostlar benden haberler böyle...Ama yeni evlilerimizi de başbaşa bıraktığımız için ,
bir bakımada mutluyuz yani.... Bakalım damadımız, kızımıza iyi bakıyor mu????


Sağlıcakla kalın,
Alev

16 Nisan 2010 Cuma

16 Nisan




Kötü adam ilaçlı gazozumu açarken!


Havadisler birikti hangi birini yazayım şaşırdım. Biliyorsunuz Yalçın ve Alev üç günlüğüne Istanbul’daydılar. Bu cumartesi onlar dönecekti, Ecmel’de aynı gün Istanbul’a gidecekti. Alp’de bugün Norveç Tromso’ya (Norveç’in en kuzey ucu, antartikaya yakın tarafı) European Youth Conference’a Türkiye’yi temsil eden gurubun bir üyesi olarak gidiyordu. İzlanda’ da patlayan volkanın küllü bulutları Avrupa’ya ilerlemesinden tüm havaalanları uçuşa dünden itibaren kapandı. Alp evde elinde bavulu ile, Alev ve Yalçın Istanbulda ve Ecmel de karıcığının yanında mahsur kaldı. Bugün bütün gün internette başka günlere rezervasyon için uğraşıp durduk. Halen SAS’a ulaşabilmiş değilim, tüm call center ‘lar bloke olmuş durumda. Bakalım yarın ne olacak?

Dün çok güzel bir gün geçirdik. Can arkadaşım ve nedimem Şifa beni ziyarete geldi. Şifa’nın kızı Naz, ritmik cimnastik şampiyonu. Bremen’de Avrupa şampiyonası ve olimpiyatlara seçim yarışmasına katılıyor. Şifa da Essen üzerinden Bremen’e geçti. Sabah biz Ecmel’in bir işi için iki saatliğine Köln’e gitmeyi planlıyorduk. Sabah Şifa arayıp ben geldim bile deyince, Ecmel biz kızları başbaşa bırakıp kendi gitti. Biz de Şifa ile hasret giderdik ve isimlerini telaffuz etmeyelim, bir kaç arkadaşımız hakkında da dedikodumuzu yaptık! Şifa Noel Anne gibi geldi. Güzellik malzemeleri, parfümler, rujlar, annesinden ve kardeşi Sema’dan hediyeler, neler neler… Hemen allıkları ve rujları sürüp, peruğumu da takıp hep birlikte yemeğe çıktık. (Size yemekte çektiğimiz fotoğraflardan gönderiyorum.) Naz’a kendi el emeği göz nuru ile üzerine yapıştırdığı 7 bin küsür taşla bezenmiş yarışma mayosunu yetiştirmek üzere akşam üstü Bremen’e hareket etti. Nazo’ya bol şanslar diliyoruuuzz. Gururumuz…..!

Bugün haftalık doktor kontrolüm vardı. Her şey normal seyrinde gidiyor. O meşhur ilacın dozunu doktorum bu kez epeyce azalttı. Daha çok reaksiyon olsun istiyor ya! Genelde benim için uyumlu, sakin yaradılışlı derler ama doktor da bu kadarını beklemiyordu galiba.. Dün akşam yatmadan evvel bacağımda üç nokta kırmızılık tespit ettim. Galiba bu sefer tutturduk dedim. Hani bir laf vardır kedi bir yerini görmüş de…….. bir şey sanmış….. Sabah onları Ahmet beye gösterince, ıh ıh bu olmamış bunlar reaksiyon değil dedi. Aslında benim gibi kontrole gelen bazı hastaları görüyorum. Kızamık, su çiçeği arası kırmızılıklar var ciltlerinde. Sonunda benden reaksiyon alamayacağını anlayarak bizi sepetleyeceğini umuyorum.

Sevgilerimle, kucaklıyorum.

Şule

14 Nisan 2010 Çarşamba

14 NISAN


Merhaba sevgili dostlar,


Size bugün Istanbul'dan yaziyorum......Sakin Sule'yi orada birakip artik evime döndügümü düsünmeyin...

Yabanci bir memlekette 90 günden fazla kalamama kurali var ya.. Isde o yüzden. Yalcin'in da burada isi vardi. Iki kardes bugün Sule' mizi sevgili kocasina emanet edip yurda döndük.

Insallah cumartesi günü tekrar gidecegiz.

Ondan sonrada hep beraber senliklerle güle oynaya vatana kesin dönüs yapacagiz.


Sizlere bu durumu bildirmek istedim... Tekrar görüsmek üzere saglicakla kalin...

Alev

13 Nisan 2010 Salı

13 Nisan








Dün akşam Yalçın, Ecmel ve Alev ile birlikte Düsseldorf'a gittik. Nehir kıyısında biraz yürüdükten sonra balık restoranında yemek yedik. Şükür, şükür diye dolanıyorum her gittiğim yerde! Bugün de Ecmel, Yalçın'ın hücrelerini Gruga parka gezintiye götürdü. Bahar dalları daha da çok açmıştı.

Dün Oya üçümüzün resmine bir yorum yapmış. Beni Ali Mac Graw'a benzetmiş. Bir gün hastahanede yatarken nereden aklıma geldi bilmiyorum, çocukluğumuzdaki Love Story filminden sonra beni Ali Mac Graw'a çok benzetmeye başlamışlardı. Hatta filimde onun taktığı bereler çok "in" olmuştu. Annem de bana bir tane bere örmüştü veya almıştı. (Bu benzetmeyi tabi kalın ve düz kaşlarıma borçluyum!) Kendi kendime " bak şu işe, Ali'nin de hastalığı bundan dı diye düşünüp, o zamanki şartlarda bu tür bir tedavinin olmamasından dolayı acıklı bir sonla bitiyordu. Bizde de aynı durum var ama iki önemli farkla, bizim hikayede kız hastalığı süresinde sevdiğine kavuşur ve hastahanede onunla evlenir ve sonunda da hastalıktan kurtulur.
İçimden geldi paylaşayım dedim.

Şule

12 Nisan 2010 Pazartesi

12 NISAN

Bugün Yalcin hücrelerini dolastirip, havalandirmaya cikartti.!!!!!!!!!!!

11 NISAN


















Ecmel 'in atkisi!!!!!

10 Nisan 2010 Cumartesi

10 Nisan


Merhabalar,

Dünkü hepimize bir oh! dedirten haberle moralim daha da yükseklere çıktı. Biliyorum her zaman bir risk var ve bu düzenli olarak kontrol edilecek ama ilk yapılan bu teknik tahlilde sonuçların olumlu çıkması endişelerimi epeyce rahatlattı. Fiziksel olarak da kendimi daha iyi hissettiğimden bugünkü yürüyüş performansım iki saate çıktı.

Bugün Gruga Park'a yürüyüşe gittik. Daha önce sözleştiğimiz üzere parkın girişinde Jessica ile buluştuk. Jessica, beni hastahanedeyken çalıştıran fizyoterapist genç bir bayan. Hani hastahanede çekilmiş fotolardan hatırlarsanız, isole olduğum odadan ilk dışarı koridora çıkışımda yanımda olan maskeli kişi. İlk şeref turunu onunla atmış, daha sonraki günlerde katlar arası merdivenlerde kaslarımı çalıştırmıştık. Biraz Jessica'dan bahsetmek istiyorum. Batı Avrupa gençliğinin nasıl sosyal sorumluluk bilinci ile yetiştirildiklerine iyi bir örnek olduğu için.


Bana ilik transplantasyonu yapıldığı hafta Jessica bir arkadaşı ile birlikte Yeni Delhi'ye gitmişti. Daha önce de transplantasyon merkezinde çalışırken 6 aylığına izin alarak Yeni Delhi de bir klinikte gönüllü olarak çalışmaya gitmiş. Klinik şehrin 5-6 saat uzaklığında bir kasabada ve hiristiyan bir klisenin maddi ve gönüllü destekleri ile ayakta tutuluyor. Kliniğin özel bir hedef kitlesi var. Sakat çocuklar, yaşlılar ve tüberküloz hastaları. Hindistanda kimsesiz veya sokağa bırakılan sakat ve hastalara dönüp de bir yardım eden olmazmış. Çünkü onlarda kötü ruh olduklarına inanıp, kötü ruhların kendilerine geçmesini istemediklerinden bu tür hastalara yaklaşmaktan çekinirlermiş. Bu klinik bu tür kimsesiz veya terk edilmiş çocuk ve yaşlılara bakıyor. Başında gönüllü bir Hollandalı ve çalışanlar da tamamen gönüllü yerliler. Bir de haftada Yeni Delhi deki çalıştığı hastaneden izin alarak gelen gönüllü Hintli bir doktor var. Doktor her hafta hiç üşenmeden çok iptidai şartlardaki yol şartlarına rağmen düzgün geliyormuş. Jessica daha önce gönüllü çalıştığı bu yeri tekrar ziyeret etmek ve arkadaşına göstermek amacıyla yıllık izninden iki haftayı kullanarak bu kliniğe gitti. Dönüşte bana resimlerini gösterdi. Yeni Delhi'ye gidenler oradaki şartlarını bilirler. Bu klinikte de çok sınırlı imkanlarla bu hastalara nerdeyse sokak şartlarında bakılıyor. Yemek yapılan yerleri, yatakları, çocukların üstü başı bizim anladığımız hijyenik şartların çok dışında. Gönüllü çalışanlar şartları iyileştirmek için belli ki çırpınıyorlar ancak kültürün ve oradaki yaşam standardlarına göre gene de bu çocukları koruma altına alabilmişler.

Resimlerde gönüllü çalışanları görünce, bizim memleketimizde bu bilincin ne kadar zayıf olduğunu bir kez daha hatırladım. İçlerinde çalıştığım için biliyorum bazı STK'lar ve üniversiteler gençlere bu bilinci yerleştirmekte çok faydalı işler yapıyorlar. Ancak Jessica'da gördüğüm gibi sanki doğuştan bu bilinçle doğmuş durumuna gelmek bizim için sosyal bir devrim olurdu. Düşünüyorum da, kendimiz ve çocuklarımız da dahil, hayatımızdan bir altı ayı böyle iptidai şartlarda ve tüberküloz kapma riskiyle burun buruna, para kazandığı işini bırakıp kim gönüllü çalışmaya gider. Bizde adama deli derler, tozuttu derler, hatta döndüğünde işini bile garanti etmezler, bu gene kafası uçar da gidebilir diye... İnsan Kaynakçı olarak işime geri döndüğümde bu konuya ciddi el atmaya karar verdim. Kurumun çalışanları ve aileleri ile birlikte bu bilinci parlatmamız gerekir.

Gruga park geçen haftadan beri daha da çiçeklenmişti. Manolyalar yavaş yavaş açıyor. Pembe ağaçlar şahane. Bir de parkın kuşlar bölümünü keşfettik bugün. Renkli papağanlar, atmacalar ve flamingoları gördük. Güneş sürekli olsa park cennet gibi olacak ama halen parçalı bulutlu gidiyoruz.



Yarın, hikayemizin erkek kahramanları Ecmel istanbuldan, Yalçın da Münih'den geliyor. Alev şimdiden hazırlıklara başladı. Fırsat buldukça ben de yazmaya çalışacağım.
Sarıldım sizlere....
Şule





9 Nisan 2010 Cuma

9 Nisan


Sizlere bugün güzel haberlerim var.

Bu sabah her zamanki doktor kontrolümüz vardı. Sabah gene erkenden gittik, kanım tahlil için alındı ve doktorumuzun odasına geçtik. Muayeneden sonra bize iyi haberleri verdi. Daha önce Alev yazmıştı, lösemi hücrelerin üremesine sebep olan mutasyona uğrayan kromozonu bulduklarını ve bunun önemli bir markör olduğunu söylemişlerdi. Yaklaşık bir 10 gün önce bu test yapılmıştı ve sonuçlarını bekliyorduk. Şu anda yapılan tahlil neticesi hiç bir lösemi hücresine rastlanmamış, mutasyon yokmuş. Hücrelerimin %99.4 ‘ü Yalçın’ın hücreleriymiş, az da olsa kendi hücrem kalmış ama onlar da kötü hücre değilmiş. Zaten ilik reaksiyonunu daha çok sağladıkça onlar da kaybolacakmış. Hurraaaaaaa! OOOOhhhhhhh beeeee!

Öyle sevindik ki anlatamam. Doktorumuz Ahmet bey tabi bu haberi gayet sakin bir şekilde söylediğinden ben teyit ettirmek durumunda kaldım; “bu iyi bir haber değil mi” diye. Her tedbirli hekim gibi şu bilgiyi de ilave etmeyi unutmadı. Yapılan tahlilin o andaki fotoğrafı çektiğini, köşede, sağda,solda kalan 1-2 kötü hücrenin görülememiş olabileceğini ve bunu aylık kontroller ile takip edeceklerini söyledi. Şimdi içerdeki savaşı bastıran ilacın dozunu biraz daha azaltarak biraz reaksiyonu arttıracak ve yeni hücrelerimin kötüleri yenmesi için hazırlayacak.

Hastahane sonrası 1. Round kazanılmıştır arkadaşlar. Hedefimiz Istanbul, ileriiiiii....

Bu durumda , her şey yolunda giderse, Istanbul’a dönüşümüz 1 ay sonra inşallah.

Hastahaneden çıkar çıkmaz hemen Ecmel’e, Anneme ve Yalçın’a haberi verdik. Yalçın da kayak tatilindeler. Benden haberleri bekliyordu. %99.4’ü duyunca artık kendisinden iki tane olmasındanmıdır nedir acayip sevindi. Yalçın’ın hücreleri çok sıkı çalışıyor gerçekten. Kan değerlerim gayet güzel gidiyor. Bundan sonra birine yamuk bir hareketim olursa “bu ben diilim, Yalçın’dır diyecekmişim!” (Kendisinden tavsiyedir)

Evde ellerimizle beslediğimiz rakibim “çim adamla” resmimi iletiyorum. Onun saçları benimkilerden daha hızlı uzuyor. Alev moralimi bozmasın diye ara sıra makasla çim adamın saçlarını kesip düzeltiyor.

Size bir de dün akşam ki menuyu söyliim de düşüp bayılın. Bizim sokakta bir Türk dönercisi var. Önünden geçtikçe yutkunup duruyorum. Dışarda açık satılan yemekleri yemem yasak olduğundan kokusunu içime çekip gidiyorum. Dönere de çok meraklı değilim ama kural bu, ne yasaksa canın onu çekiyor. Alev de ben sana döner yaparım deyince, yok artık dedim. İnanmazsınız ben dün akşam döner yedim, hem de bildiğimiz küçük küçük kesilmiş pidelerin üzerine koyulmuş, ince ince kesilmiş et, domates salçası, yoğurt ve üzerine de hafifçe gezdirilmiş yağ. İşte böyle arkadaşlar, acaba biz hiç dönmesek de hep Alev’le birlikte mi yaşasak diye düşünmüyor değilim. Haldun belki aşağıdaki misafir odalarını ve banyolarını (pardon hamamlarını) Alev ile Bertan’a tahsis ederse Istanbulda’da birlikte oturabiliriz kimbilir?

Kucaklıyorummm.

Şule

7 Nisan 2010 Çarşamba

7 Nisan



Merhabalar,
Nihayet baharı getirdik Essen'e. Havalar da ısındı. Umarım bir daha soğumaz ve daha çok güneşli günler görürüz. İnsana havanın karanlığından kal geliyor bazen doğrusu.

Size daha önce bir yazımda eskiden uzun yıllar çalıştığım Chase Manhattan Bank deki ekibimizden ve aradan uzun seneler geçse bile nasıl birbirimize bağlı olduğumuzdan ve dostluklarımızın halen devam ettiğinden bahsetmiştim. Chase' e ilk başvurduğum zaman önce işe alımdan sorumlu genel müdür yardımcısı Jürgen'ın elemesinden geçip daha sonra diğer yöneticilerle tanışmıştım. O zaman üst yönetim tamamen yurtdışından gelen expat'lerden oluşuyordu. İngiliz, Fransız ve Alman kökenli uluslararası yöneticiler adaylarla tek tek görüşüp işe alınacak kişiye ortak karar veriyorlardı. Üniversiteden yeni mezun çaylak olarak bu görüşmeleri kalbim çarparak ve bildiğim ingilizceyi de heyecandan unutarak geçirmiştim. O zaman benimle "interview" yapan yöneticilerden biri Burkhard Von Wallenberg di. Hiç unutmuyorum, görüşmeye önce ingilizce başlayıp sonra bana çok akıcı bir Türkçe ile sorular sorup, görüşmeyi Türkçe bir sohbete çevirince nasıl şaşırmıştım. Burkhard, Nilgün ile evliydi ve Türkiye'ye gelmeden önce Türkçe'yi çoktan iyi öğrenmişti, hem de en harbi argosuyla.
Birlikte Chase de çalıştık, daha sonra herkes farklı kurumlara gitti ama biz kopmadık. Burkhard şimdi İşbank Almanya'nın genel müdür yardımcısı. İş ziyaretleri nedeniyle Frankfurt'dan bizim bu taraflara gelince, ziyaretime geldi. Nasıl sevindim anlatamam. En son belki 5-6 yıl önce Istanbul'da görüşmüştük. Evde buluştuk, sonra birlikte bizim yakınlarda ki Italyan restoranına gittik. Son yıllarda olanları güncelledik birbirimize. Burkhard ve Nilgün'ün güzel bir kızları var. Selin, üniversiteyi Istanbul'da okudu ve şimdi Istabul'da bir reklam şirketinde çalışıyor.

Burkhard, ben hastahaneden çıktıktan sonra aile dışında gelen ilk misafirim oldu. Artık normal bir hayata geçiyorum galiba!!!! Size resmimizi iletiyorum.



Sizi kıskandırmış gibi olmayayım ama Alev işi azıttı. Dün akşam bana pırasalı börek yaptı. Ama yufkayı kendi açarak ve alt tarafına 15, üst tarafına da 15'er kat kat yufka koyarak. Baklava yapar gibi yani. Biraz daha iştahım açılsa keşke. Çok makul bir dozda yiyip sonra tıkanıp kalıyorum. Bu akşam da yaprak sarma yapıldı. Yarın pişecek ve mideye indireceğim. Annemi çoktan geçmiş Alev, farkına yeni varıyoruz. Yalçın da kendi yokken bunlar yapılıyor diye uzaktan gıcık oluyor.



Öpüyorum hepinizi. Dostluklarımızın kıymetini bilmek ve her zaman gönlümüzde yer vermek dileğiyle....

Şule

6 Nisan 2010 Salı

5 Nisan 2010 Pazartesi

5 Nisan

















Alp maalesef kısa kalarak dün döndü. Bugün okulda katılması gereken münazaraya geç de olsa katılabilmiş ve gurubu kurtararak kazanmışlar. Okul bahçesinde sonra şeref turu attım diyor!

Alp buraya baharı da getirdi. Nihayet ağaçlar çiçek açmaya başladı. Oturduğumuz yere çok yakın ve alışverişlerimizi yaptığımız cadde pembe pembe ağaçlarla doldu. Bugün gene Alev ile evden yürüyerek Gruga Park’a gittik. Bugün paskalya tatili olduğundan parkı ilk defa böyle kalabalık gördük. Park da envai çeşit ağaç, bitki, çiçek var. Hepsi harekete geçmeye başlamış. Size parkta gene pembe çiçekli bir ağacın altındaki resmimi yolluyorum. Geçenlerde gene parka yaptığımız bir yürüyüşte, parkın bir bölümüne yalnızca çeşitli manolya ağaçları dikmiş olduklarını gördüm. Çiçekleri yeni tomurcuklanmaya başlıyordu. Emelim şimdi size bir manolya bahçesinden resim yollamak. Umarım çiçekleri açtıktan sonra yağmur, rüzgar olmaz da dayanırlar. Artık 1 saat rahat yürüyebiliyorum. Eğer çok yokuş yukarı değilse daha da uzun gidebiliyorum. Havalar ısınırsa, halen 10-14 derecelerde dolanıyor, o vakit daha da uzun yürüyüşler yapabilirim. Şu anda tek sporum bu.

Saçlarım ve kaşlarım çıkmaya başladı. Yalnız bir sorunum var, erkekler sizi bunu okumamış olun, kaşlarım dik açı şeklinde uzun uzun çıkıyorlar. Bayanlara sesleniyorum, Istanbul’a döndüğümde bana bildiğiniz kaş düzeltici birini ayarlarsınız. Gerekirse tutkallayacağız. (Şarkıcı kızın teki kepçe kulaklarını japonla yapıştırmıştı ya, onun gibi hani!!!!!)

Haftasonu paskalya tatili olduğundan ortalık çok sessizdi. Dükkanlar, mağazalar hep kapalı. Gözünü seveyim bizim memleketin. En iyi alışveriş günleri tatil günleridir halbuki. Burada Akmerkez gibi shopping mall’lar bile kapalı. Ben daha kalabalık yerlere girmeye cesaret edemiyorum. Beni çok etkilemiyor bu durum. Alp burdayken de yürüyüşlerimiz dışında genelde evde geçirdik. Bu arada ailemizin sanatçılarını keşfetmiş olduk. Alev’in bana hastahanede oyalanayım diye aldığı oyun hamurlarına Alp ve Alev bir daldılar sormayın. Alev zaten pastacılık zamanından tecrübeli, süsler, figürler şahane yapıyor. Alp’in de çocukluğundan beri yaratıcı heykelleri vardır. Size ikisinin çalışmalarından örnek resimler koyuyorum. Çiçekler ve küçük suratlı adamlar (bir tanesi Freddy olmakta) Alev’in eserleri. Dinazor kafası ile garip adamlar da Alp’in.

Yarın gene kontrol günümüz. Haberleri yazarım.

Sevgilerimle kucaklarım.

Şule

3 Nisan 2010 Cumartesi

2 Nisan 2010 Cuma

1 Nisan 2010 Perşembe

1 Nisan ALP geldi!!





Canım oğlum ALP geldi. Size hasret giderme resimleri yolluyorum. Sabah erkenden gene hastaneye kontrole gittiğimizden uykumu alamamıştım. Sonra Alp'in kucağında uyuya kalmışım.

Bu arada her şey yolunda. Kan değerlerim güzel. Haftaya ilaç dozunu tekrar azaltarak reaksiyon sağlamaya devam edeceğiz. Her türlü reaksiyona hazırım, oğlum geldi ya artık!!!


Yarın Yalçın gene 10 günlüğüne Münih'e gidiyor. Gitmeden önce Alev bize akşam yemeği olarak mantı açtı, yaptı. Ben de yardım ettim. Öğreniyorum merak etmeyin....Arkasından da çukolatalı sufle. Bir şey değil Alev'i artık hiç bırakmıycaz. Yalçın, " Bertan ne kadar şanslı, biliyor mu" diyor!


Bugünlük hoşgörünüze sığınarak kısa yazıyorum.
Öpüyorum, sevgilerle....
Şule